6 Kasım 2013 Çarşamba

Durumlar...


Hani neredeyse otuz küsurluk ömrüm yaya olarak geçti; hâlâ da öyle. İstisnai durumlarda toplu taşımayı kullanıyorum. Bugün de öyle bir gündü. İstanbul kart dolum yapan bir kuruyemişçinin dükkânına girdim. Geçen diyalog birebir şöyle: abi akbil dolum yapıyor musunuz diye sordum. Yapıyoruz dedi. Cüzdanımdan pasomu ve cebimdeki son iki lirayı çıkardım. Adamın birden suratı düşüverdi ve kardeş beş liradan aşağı dolum yapmıyoruz dedi. Eski ben olsam hiç uğraşmam ama hadi bir sorayım ulan dedim. Neden, böyle bir kanun mu var? Yok, abi de… zarar ediyoruz, demez mi. Ne zararı diye sorunca, dedi ki; çıkan kâğıdın masrafını çıkarmıyormuş. Başta şaşkınlık, ardından ne kadar zavallısın bakışımı atıp alaycı bir gülümsemeyle peki diyerek cüzdanımı geri soktum. Tam çıkıyordum ki, arkadaş ya insafa geldi, ya da gülüşümden alınmış olacak; başka paran yoksa doldurayım diyerek aklınca bir lütufta bulundu. Kinayeli bir şekilde, yok madem zarar ediyorsun kalsın diyerek çıktım. Sorun değil zaten yürüyeceğim mesafe en fazla 10 km olsun, nerdeyse günlük rutinim bu benim. Hani ben uzun saçlarım, kulağımdaki küpemle üç aşağı beş yukarı toplum tarafından nasıl bir kalıp yargıya oturtuluyorsam ki çaylak bir sosyolog adayı olarak diyebilirim ki son derece hatalı bir davranıştır bu. Muhatap kaldığım abi de, tıpkı benim gibi rahatlıkla başka bir zıt kalıba oturtulabilecek görünüme sahipti. Benzer hataya düşmemek için oradan yürüyecek değilim konuya. Bunu biraz da biz yapıyoruz, kaç defa şahit oldum. Kimse beş on liradan aşağı doldurmuyor, sorunca diyorlar ki ayıp olurmuş! Semtimize ilk büyük marketler zincirlerinin açıldığı zamanları hatırlıyorum, hepimiz muhakkak içeriden bir araba alır tıka basa doldurup öyle geçerdik kasaya. Öyle ya, koca market lütfedip semtimize şubesini açmış, bir çiklet alıp çıkacak değiliz di mi? Bu yargılar nasıl oluşuyor daha tam anlamıyorum, mezun olunca anlarım artık. Sonrasında bakkaldan yalnızca ufak tefek şeyler almaya başlamıştık. Durumun farkında olduğundan kırk yıllık bakkal amcamızın dargın bakışları altında ezilip çıkardık oradan. Küçük esnafı can çekiştiren, majör ölçüde devlet politikaları, minör ölçüde ise işte bizim bu tuhaf insani tavırlarımız oldu. Bunla ilgili Ferhan Şensoy’un "kahraman bakkal süpermarkete karşı" isimli şahane bir oyunu vardır. Dileyen için işte linki: http://www.youtube.com/watch?v=xrH_SmaciFc Akbilimi doldurmayan abi, bilesin ki ben başta bakkallar olmak üzere küçük girişimciyi hep destekledim, yanınızda oldum. Hâlâ, arada büyük bir fiyat uçurumu yoksa alışverişimi sizden yaparım. Hatta mahalleye yeni bir bakkal, manav, kasap falan açıldı diyelim, tutunabilsin diye her zamanki yerimden feragat edip bir süre oraya giderim. Hani yarın toplanıp eylem yapsanız, vallahi yeminle bende gelip sizi desteklerim. İşçiyi desteklemek için işçi, kadına şiddetini kınamak için kadın, eşcinsel haklarını savunmak için eşcinsel, emekli maaşını yapılan zammı protesto etmek için emekli, trolle avlanmayı kınamak için palamut olmak gerekmediği gibi. Hatta pekâlâ bir burjuva çıkıp asgari ücreti protesto edenlere katılabilir. Zaten hemen tüm önemli sosyalistler, neredeyse varlıklı ailelerin çocukları değil miydi? İlk AVM’lerin açıldığı zamanı da anımsıyorum. Biz günümüz gençleri artık Beyoğlu’na giderken giyimimize özenmiyorduk. Ama söz konusu bir avm ise cafcaflı giyinmeye özen gösteriyorduk. ( şimdiden bahsetmiyorum, on yıl öncesinin tespiti) Allah’tan gün geldi yırtık ve taşlanmış kotlar,( taşlanmış kota karşıyım elbette, zira imalathanelerinde sağlık şartları yok denecek kadar az) yakası kesik tişörtler, kenarı açılmış şapkalar vb. moda olup çıktıda, biz fakirler rahatlıkla insan içine çıkabilir olmuştuk. Bohem’lik moda oluverdi özetle ki aslında bir bohem olan bana sorsanız, mecburiyetten böyle giyindiğimi söylerdim size . Ne günlerdi be… Zeytin külahını anımsayanınız var mı? Her sabah evin en ufak veledi olarak bakkaldan 50-100 gram arası zeytin alırdım, keza peynir falan da öyle. Sadece biz değil herkes böyle yapardı. Herkes mi yoksuldu yoksa bilinçli tüketici miydik o vakitler. Ulan sahiden kese kâğıdı ne revaçtaydı, herkesin bir Pazar torbası vardı alışverişe çıkarken. Bir de çevreciymişiz hani. Şimdi bunları özendirici kamu spotları yapılıyor. Konuyla alakası yok ama bir dönem Tan gazetesi alınca bakkal kazı kazan verir, kazıyınca hediye bira çıkardı be… (bende amma yaşlanmışım) Yaşlılık dedim de haksız sayılmam, ben bu akbil konusunu bir şekilde Dostoyevski’nin “ Suç ve Ceza” adlı romanından bir bölüme bağlayacaktım ki konu nerelere geldi. En azından Raskalnikov’a selam olsun diyelim. Aslında asıl yazmak istediklerimi yazamıyorum, malum ileri demokrasi. Bu sebeple eskisi kadar düzgün bir periyot tutturamıyorum. Özetle ve en hafifinden söyleyeyim, iyiye gitmiyoruz hey ahali…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...