27 Temmuz 2017 Perşembe

Mim durumları :))



Vallah yanlış anımsıyorsam şimdiden özür dilerim, geçenlerde mimlediler beni ve sanırım bu sibelynka idi :) Sorular da böyle kısa değildi galiba ama o an mimi görünce bir müsvedde kağıdına hemencecik soruları kısa kısa not etmiştim sonradan düşünmek üzere. Mim denilen şeyden haz etmem ve yapmam da pek, yalnız geçenlerde sanırım gene benzer bir mim beni çok keyiflendirmişti. O yüzden... neyse lafı uzatmayalım işte liste :)

Yazın çıkan,çok sevdiğin sanatçı/grup bir şarkı :

Doğrusu,bu sene rastlamadım böyle bir şeye ve zaten  'bu yaz' diye bir belirtme sıfatı da konulmamış.Sanırım geçen yaz çıkmıştı bu şarkı ve doğrusu ben pek bi beğenmiştim :)



Bu yaz yeni keşfin :

Şarkı yeni değil hepiniz biliyorsunuz ve sanırım kış mevsimi raflardaki yerini almıştı. Geçen (yani bu yaz) you tube'da dolanırken rastladım aşağıda paylaşacağım videoya. Hiç bir dizisini izlememiş biri olsam da güzelliğinden dolayı dikkati çekmiş bu hatun aşağıdaki yorumu ile beni kendine iyice aşık etti. Birce Akalay ve back to black


Bu yaz sürekli dinlediğin

ben bir avm'de çalışıyorum ve artık buranın dj'yi neyin kafasını yaşıyor bilmiyorum ama yaz boyunca günde on-on beş doz şu iki şarkıyı dinletiyor, artık fenalık geldi :)




Bu yaz en çok duyduğun

aslında yukarıda ki sorudan bir farkı var mı ki bunun. Neyse efenim, ben bu düeti çokça duyuyorum bu yaz ve her seferinde aynı hazzı yaşıyorum.


Eskide olsa dinlemekten vazgeçmediğin :

ne çok şey sıralayabilirim ama iyisi mi ilk aklıma düşeni yazıp bu sorudan nostalji rüzgarına sürüklenmeden sıvışmak.


Bu yaz favori hit :

Gene bu yaza mı ait emin değilim ve aslında bu kızcağız aynı zamanda yeni keşiflerimden biri. Adını bundan sonra sıkça duyacağımıza emin olduğum Seda Sener ve şarkısı Feel


Senin yazını anlatan bir şarkı :

Hiç bir şarkı anlatamaz zira anlatacak ne yaşadım ki ? Gene de sanırım bu şarkının bazı sözleri kesinlikle halet-i ruhiyemi yansıtabilir


Bir başka müzik yolculuğunda buluşmak üzere sevgiyle kalın müzikle kalın, hoşça kalın :)



24 Temmuz 2017 Pazartesi

23 Temmuz 2011


Yukarıdaki tarih çoğunuz için bir anlam ifade etmeyebilir. Kimileriniz içinse farklı farklı anlamları vardır. Altı yıldır (baya olmuş) bu günü ve koca haftayı yas halinde geçiriyorum; zira artık o aramızda değil. Bir röportajında yirmi yedisinde ölmek istemiyorum dediğini anımsıyorum. Ama olmadı, şimdi janis joplin, Jimmy hendrix ve jim morrison gibi dostlarının yanında kafayı çekip,şarkı söylüyor olmalısın. Yarın akşam bir 35’lik vodka alıp kadehi şerefine kaldıracağım sevgili Amy. Huzur içinde yat...






21 Temmuz 2017 Cuma

Bunca delilik daha ne kadar sürecek böyle ?


Gene bir haftanın daha sonuna geldik, böyle böyle geçip gidecek işte yıllar. Bu yılgınlık bu dünyadan vazgeçmişlik, sözüm ona bir nevi Tanrı’ya isyan. Hayatta ilk öğrendiğim şey istememek oldu, herhangi bir objeyi, yiyeceği, sevdayı ve saire. Oldukça fakir bir aileydik, küçük kız kardeşim bunun farkında değildi, doğrusu da buydu zaten. En güzel oyuncakları, giysileri istiyor ağlanıyordu her çocuk gibi. Gereğinden akıllı olan bendeniz ise her şeyin ayırdındaydım. Çok dramatize etmeyip spesifik bir örnek vereyim; mesela sokaktan mısırcı mı geçti, mahallenin tüm çocukları etrafına doluşur, kardeşim de zırlardı. Anacığım bir ona bir bana bakardı, yalnız birimize alabileceğini bilirdim. Bana bakar, bende ben istemiyorum, sevmiyorum zaten derdim. İnanmış numarası yapardı o da. İşte bu böyle sürdü gitti, şükür durumuz da öyle kalmadı. Ama ben istememeyi öğrenmiştim bir kere, bu güne dek bir kere olsun “ ya şu olsa da yesek” dediğimi bilmem. Hiçbir restoranın, hiçbir giyim mağazasının vitrinine dönüp şöyle bir bakmam. Kötü olan hayal etmeyi de bırakmıştım sonra ki yıllar da, ne haddimeydi. Ara sıra bir kızdan hoşlanır gibi olsam, onda da hemen kendimi dizginlerdim. Öyle ya, kıza bir pastane de çay söyleyemedikten sonra. Hala bir gömlek ayakkabı falan alayım yırtılana dek giyerim. Sesimde fazla çıkmaz, sırtımda pek dik değildir, bu meziyetler de zenginlere has işaretlerdir. Okulun en akıllı öğrencisiydim de tüm öğrencilik hayatım boyunca ileride ne olacaksın sorusuna yanıt veremiyordum. Sahi, biz fakirler bir şey olabiliyor muyduk ki ? bir çocuk fakir olduğunu hissettiği an çocukluğu o dakika da son bulur. Rahmetli Sadri baba yumurcakla meyhane de otururken dertlenir ve yarın bayram sana da bir şey alamadık der bir filmde. Yumurcakta “ aman baba ben çocuk muyum dert ettiğin şeye bak” diye cevaplar. İşte o anda Sadri baba daha bir mahzunlaşır ve “haklısın, değilsin. Seni bu yaşta kocattım ya, yazıklar olsun bana”.

Aslında bu benle alakalı değildi, yani kendime acımak asla değildi. O küçük yaşta bilirdim ki, benim durumumda milyonlarca insan var, hayat böyle boktan işte. Madem zengin ve fakir diye bir şey var, bulunduğum pozisyon onur verirdi o halde bana. Bu kurulu düzenin böyle süregideceğini de biliyordum daha o zaman. Eh madem öyle, pozisyonumu bilip bana müsaade edildiği kadarıyla yaşamayı baştan kabullenmek en akıllıca yöntemdi zannımca ve hala da aynı fikirdeyim. Elbette güzel kadınlara ve son model arabalara bizim gibiler sahip olmayacaktı. En azından mastürbasyon denilen bir şey vardı ve bir fakir bulmuştu muhakkak. Misal bu gece Penelope Cruz’la sevişmeme kimse ambargo koyamaz, o da şimdilik, yakın gelecek neler getirir bilinmez.


Neden ve nasıl bu konulara geldi mevzu hiç bilmiyorum. Zaten artık iyice bunadım, hiçbir şeyi tam anlatamıyorum, konular dallanıp budaklanıyor. Yok yok Alzheimer falan değil, bildiğin bunama benim ki, öteki zengin işi. Yok, yok biliyorum. Reyting alır umuduyla böyle yazıyorum. Şöyle noktalayım, realistim bu karamsarlıkla karıştırılmasın. Ve şu yazıları yazarken dahi birileri açlıktan ölüyor, bir çocuk yokluktan ağlıyorsa kimse mutlu olmamı beklemesin. Hüzünden mi besleniyorum, evet. Halimden memnun muyum, evet. Bunları siz okuyasınız diye mi yazdım, hayır.

18 Temmuz 2017 Salı

Yağma artık yağmur !


yağmur yağıyor,iyi yağıyor doğrusu ve gecenin iki buçuğunda nedensizce ağlıyorum. için için ağlıyorum, sanki bir yerlerim sökülüyor içimden. bir yerde bir şeyleri becerememiş, anlayamamış olmalıyım. Acaba yarın sabah yeni biri olarak uyanabilir miyim ? Hani laf aramızda seviyorumda bu beni, ama sanırım herkesin iyiliği , huzuru için öldürmeli artık bu Levent'i. herşeye rağmen, çok uğraşmanıza rağmen başaramadınız bunu ama yoruldum artık, şimdi ben talep ediyorum. yağmur yağıyor,yağıyor yağmur. Sırtımda garip bir ürperti, seksenyedi senesinde arka bahçemizdeki salıncakta redkit okuyorum. orta sondaki filiz gülümsüyor, doksan dört senesi Ergül ürkekçe yanıma gelip merhaba diyor. Otobüs terminaliyimdeyim askere gidiyorum,delice bir korku,kusmak üzereyim. babaannem kanayan kafama ekmeği çiğneyip şekerle basıyor gene çocuğum. hızla düşüyorum,tutunamıyorum,kırılıyor her yerim otuz altı yaşındayım. icra memuru iyi kötü çirkini izlerken gelip televizyonumuzun fişini çekiyor, merak ediyorum filmin sonunu seksensekiz sonbaharı. henüz onsekizindeyim, gözlerimi açamıyorum,sanırım o da öyle birbirimizin vücudunu keşfediyoruz,tanrım ne heyecan,nasıl bir merak. yağmur yağıyor ben yağıyorum. Lise 1,Uğur Mumcu katledilmiş,okulun kantininde portakal suyumu içerken gazeteden okuyorum. Bir kaç ay sonrası, o mavi gözlü başdöndürücü kız sigarasını uzatıyor,ölücem sanıyorum,öksürük tıksırık. Ciğerlerimi ilk o zaman dumana boğuyorum. kafamı sirkeli tarakla tarıyor annem,sayısız bit dökülüyor havluya,berber saçlarımı üç numaraya vuruyor. Beyoğlu,İmagine'i çalıyor Ati bende eşlik ediyorum. Kızlar var alkol var müzik var,biz müziğiz. yağmur dindi.



11 Temmuz 2017 Salı

İzmir in izmir :)


Can sıkıntısı ve ani bir kararla İzmir"deyim :) Şirin bir pansiyon buldum.Gece geç saatte geldiğimden fark etmemiştim hemen Basmane Garının karşısı. Ilk defa bu şehre geliyorum,yol bilmem iz bilmem ama böylesi daha iyi sanki :)
Az önce kazı kazan çektim 5 tl çıktı şimdi parayı çay içerel çatır çutur harcıyorum :) Bakalım anlatacak neler çıkacak,bir İstanbul aşığı Izmir'de...bye byee

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Uzaktan iyi insanlara benziyorsunuz,uzak kalın.


Radyoda don’t speak çalıyor, kahvem ve sigaramın dumanı iç içe geçip aralık pencereden süzülüyor eh nasıl olur da yazmaz insan. Klasik bozulmadı gene üç gün dayanabildim kentin yokluğuna ve dün akşamüzeri canım İstanbul’a döndüm. Vücudumun her yerinde iğneli beşik gibi ağrısını çekmeye başlamıştım üstat Attila İlhan müthiş dizelerinde dediği gibi ve işte buradayım. Bir ablam bu kadar erken dönüşümü bir sevgiliye bağladı, keşke öyle olsaydı. Şehrin keşmekeşinden başkası değildi beni buraya çeken. Güzel hatunlar yok değildi yanımdaki şezlonglarda ama şimdilerde yirmilik kızlar otuz gibi gösteriyor, yaşıtlarım ise ellisinde gibi. Benimse hep 25 26 gösterdiğim söyleniyor, üstelik yaşlı gözükebilmek için yıllardır saç sakal bırakıyorum ,yoksa sübyan gibiyim. İşte böyle karmaşık durumlar…

İtiraf etmeli ki bugünlerde içimde hissettiğim boşluğu ne zamandır olmayan sevgiliye bağlıyorum ve doğrusu hiç bu kadar çabaladığım bir dönem olmamıştı hayatımda. Bir yandan da ya yanılıyorsam diye sorgulamıyor değilim, diyelim söz konusu hatun kişi bulundu ama bu hissiyat kaybolmadı, o zaman ne bok yiyeceğim.

Sanırım geçen yıllara acıyorum, telafisi olmayan yıllara. Tanrı’nın sanatsal anlamda bana bağşettiği bir çok yetiyi gençliğin vermiş olduğu anlamsız bir isyan ve kibirle değerlendirmeyi bilemedim. Üstelik doğru yer ve zamanda doğru bir çok insanla karşılaştım. Peki ben ne yaptım, bohemliğin dibine vurdum. Beyoğlu’nda en verimli yıllarımı berduşluk yaparak geçirdim. Kaldırımlarında müzik yaptım, aynı kaldırımda uyudum,seviştim,içtim,işedim… Sartrevari tiratlar attım, kafka gibi hayata küstüm. Ve tüm bunları yaparken bir çocuktum henüz, kendini bir halt sanan snop bir çocuk.  Aha! Patricia Kass çalmaya başladı şimdi, “les hommes qui passent”. Bu arada Galip abi (Tekin) dün vefat etmiş, ne üzüldüm. 54 yaşında evinde kimsesiz ölü bulunmuş. Şaşırmadım, bizim gibiler azami o kadar yaşar ve kimsesiz bir şekilde ölürler. En usta çizerlerden biriydi, ruhu şad olsun.

Bugünlerde Harari’nin kitabı Sapiens’i  okuyorum, mükemmel tespitler. Benden önce davrandığı için hayıflanıyorum meslektaşıma. Geçenlerde bahsettiğim müşterim Narkissos , bir genetik bilimci olduğundan mütevellit pek yerden yere vurdu kitabı. Zaten fen bilimciler bizim sosyal bilimleri pozitif bilimden saymazlar. Bana Julian Barnes’in '10.1/2 bölümde dünya tarihi' isimli kitabı salık verdi. Sanırım alıp okuyacağım, bu arada bu hatunda fena kız sayılmaz ama tam bir ırkçı diyebilirim. Zaten adı olan Nergis’in hep Narkissos’tan geldiğinin altını çiziyor.

Woody Allen’in deconstructing Harry filmini pek severim ( vaya con dios- puerto rico çalıyor şimdi de )ve şu replik aslında yukarıda anlatmak istediklerimi çok güzel özetliyor. Harry başarısız bir yazardır ve hiç haz etmediği diğer yazar dostu Larry ile karşılaşır :
(B.crystal) Larry: İkimizde Kafka gibi bir yazar olmak için çıktık yola..
(W.allen) Harry: O biraz yaklaştı,bense bir böcek oldum.


Evet bana düşen sanırım böcek olmaktı :) sevgiyle kalın…

4 Temmuz 2017 Salı

sansürsüz


Amy çalıyor radyoda ve ben sanırım aşk acısı çekiyorum. Belki yanlış tarif ediyorum durumumu, evet öyle. Hissettiğim şey kızgınlık ,kendime kızıyorum. Her seferinde nasıl oluyor da onca insan arasında hep yanlış kişiye çatıyorum. Şimdi de Tonny amca (bennet) ile olan düeti dönmeye başladı,body and soul. İnanır mısınız, bu yaşıma geldim şöyle iki gün olsun sorunsuz ızdırapsız geçen bir ilişkim hiç olmadı. Belki de bu defteri kapamalı artık ama insanın gönlüne sözü geçmiyor ki, belki de hormonlarına, bilmiyorum.

Yarın senelik iznim başlıyor, eh cepte fazla para yok el mecbur dayının yazlığına gidiyorum. Aslında bu modda iken hiç kumsal deniz havam yok ama işte biraz da kolumun güçlenmesi için yüzmeliymişim. Yanıma iki kitap ve şu yeni aldığım notebook’u götürüyorum. Akşamları çay bahçesinde sıkça yazıcam sanırım bloğa, gündüzleri de veranda da kitap okurum artık. Hani bir kez olsun, ezberimi bozup sırf bedensel haz adına şu onbeş güne bir “yaz aşkı” mı sıkıştırsam diyorum. Hani Teoman’ın şarkısı var ya : “daha kaç beden gerek seni unutmaya” diye. Ama kimi kandırıyorum benim yiyebileceğim haltlar değil bunlar. Somurtuk somurtuk kafede oturup buraya bir şeyler karalayacak, kendimi tutamayıp günlük gazeteleri kuyup memleketime dertlenecek, finalde sahilde demlenip müzeyyen senar falan dinleyeceğim işte. Hayır, önceden sahilin diğer yakasında balık falan tutardım. Son birkaç yıl daha bir yufkalaştı yüreğim, son tuttuğum balığa ağlayıp,Tanrı’dan beni affetmesi için ağlandığımda o hobimi de terk ettim. Avlanmak ve hobi, tam insanoğlunun vahşetine yakışır bir ikileme. 

Bilmiyorum var mı ama bir hafta burada kalıp sonrasında trenle İzmir’e de uğrayacağım. Hiç uzun süren bir tren yolculuğu yapmadım, Isparta’da asker iken görev icabı birkaç kez Ankara’ya gittim ama hepi topu dört beş saat sürüyordu, bu daha uzun sürer gibi geliyor. Tren yolculukları hep seksi gelmiştir gözüme, ayrıca müthiş bir rehabilitasyon aracı bence.


Artık yatmalı sabah erkenden çıkıcam yola, özetle son bir yıldır içimde anlamlandıramadığım bir eksiklik hissediyorum. Aslında yabancısı olduğum bir duygu değil ama bu sefer ki çok farklı, sanırım iyi kötü radikal bir değişiklik yapmamın zamanı geldi de geçiyor. Hani öyle saçları sıfıra vurdurmak gibi falan tirişka bir eylem değil. Yahu ne bileyim, bak gene bilemedim. İyi geceler…
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...